Aşık Veysel’in “Beni hor görme gardaşım” sözleri, Anadolu’nun derinliklerinden yükselen bir öğüt gibi yankılanıyor zihnimde. Bu öğütte öyle bir derinlik, öyle bir çağrı var ki, içimde uzun zamandır sorduğum, cevabını aradığım soruların bir yankısı oluyor. Kendimle bir yüzleşmeye davet eder beni bu sözler; adeta Veysel, yanı başımda oturmuş, sessizce beni izliyor. Görmediğini sandığım gözleriyle içime bakıyor sanki; gördüğü, sadece yüzüm değil, ta derinlerde, belki kendimden bile sakladığım yaralarım, eksiklerim. Bir köy kahvesinde oturduğumu hayal ediyorum. Çevremde sohbet eden insanlar, çay bardaklarının çıkardığı o tanıdık sesler… Elimde bir çay bardağı var; sıcaklığı avuçlarımda, buharı ise yüzümde… ; insanlar telaşla gelip geçiyor ama o duruyor, bana bakıyor, soru sormuyor ama varlığıyla sorgulatıyor.
Gözlerim görüyor mu gerçekten? Yoksa sadece yüzeydeki suretlere mi bakıyorum? Aşık Veysel benim gözlerimden daha fazla şey görmüş; dünyayı, insanları, hayatı benden daha derin bir yerden kavramış. O, gönül gözüyle bakar dünyaya; oysa ben, çoğu zaman yalnızca dış görünüşlere, insanların maskelerine takılıp kalıyorum. O an anlıyorum ki, ben bu kalabalığın içinde bile yalnızım. Yalnız değil miyiz aslında hepimiz? Kendi dünyalarımızın içine kapanmış, dışarıya göstermek istediğimiz yüzlerle yaşıyoruz. Peki ya içimiz? İçimizdeki karanlık odalarda neler gizli?
Bu yüzleşme anlarında, Veysel’in gözleriyle görmeye çalışıyorum dünyayı. “Sen altınsın ben tunç muyum?” derken aslında bana soruyor; kendi içimde, başkalarını ya da kendimi yargılayarak oluşturduğum o sığ kalıplarla yüzleştiriyor. Kendimi, başkalarından ayırmaya çalıştığım o anlara bakıyorum, gurura kapıldığım ya da birini küçümsediğim zamanları düşünüyorum. Oysa Veysel’in dünyasında, herkes aynı kaynaktan, “aynı vardan var olmuş.” Hepimizi eşitleyen, ana kucağı gibi bağrına basan bir kara toprak var ve ben hâlâ o toprağın dilini, bana ne anlatmak istediğini anlamakta zorlanıyorum.
Ne kadar çabalasam da bazen kendimi yüce gördüğümü, başkalarının hatalarına daha kolay dikkat kesildiğimi fark ediyorum. Kendi kusurlarımdan gözlerimi kaçırırken, başkalarının kusurlarına odaklanıyorum. Veysel’in gözleri, bu gerçeği fark etmeme yardım ediyor; bir başkasına hor bakarken aslında kendi eksikliklerimi büyütüyorum. “Beni hor görme gardaşım” diyor Veysel, bir davet gibi kulağımda yankılanıyor. Kimi zaman gururumun yüküyle eğildiğimde, içimde küçücük kalmış samimiyetle sarılıyorum bu davete.
Bu dünyada, başkalarının kalbinde bir iz bırakmak, onlara gerçekten değer vermek, sevgiyle yaklaşmak… Tüm bunların, içimde kopan fırtınalar, bir türlü kabul etmek istemediğim eksikliklerim ve hatalarım arasında beni yücelten şeyler olduğunu fark ediyorum. Aşık Veysel’in dizeleri gibi, o içten, o mütevazı yolculuğun, kendi içimde barışı ve başkalarına karşı merhameti bulmamı sağlayacağını anlıyorum