Yemyeşil bir ovada insanlarda uzak bir yerde elma ağacına kurulmuş bir kovan vardı. Bu kovan oldukça kalabalık bir arı kovanıydı. Yine sıradan bir gündü. Ancak havadaki bulutlar yağmurun habercisiydi. Yaklaşık 1 saat sonra yağmur yağacağa benziyordu. Kovanda oldukça tecrübeli ve yaşlı arılardan biri her ne kadar ilkbahar olsa da dışarıda çok kalınmamasını söylüyordu. Diğer genç arılar da ona uyuyordu. İşte şimdi o tecrübeli arının neler yaşadığını görelim:
62 gün önce
Ben doğalı 10 gün oldu. İlk uçuşumu yapacağım. Benle aynı anda doğan diğer arılara göz gezdirdim. Sonra kalabalık kovandan yani evden (Bakıcı arım 3 günlükken bunu bana anlatmıştı. Arılarda böyledir. İlk 3 gün bakıcı arı size arılığı öğretir ve besler. Sonra 7 gün toplu eğitim görürüz.) ayrılıp evin önündeki platforma kondum. Benle aynı anda 4 arı daha platforma kondu. Platform birkaç birleşik daldan oluşuyordu. Muhtemelen terk edilmiş ve bozulmuş bir kuş yuvasıydı. Kovanı buraya kurduğu için kraliçeye minnet duyuyoruz. İlk görev için hazırlanıyorduk. Bir tane işçi arı geldi ve kraliçe arıdan gelen mesajı iletti: “1 saat içinde yağmur yağacak dikkatli olun.” Hepimiz için zordu. Yani ilk uçuşun acele yapılması gerekiyordu çünkü kış daha yeni bitiyordu hatta tam bitmemişti bu yüzden en yakın çiçek 25 dakika uzaklıktaydı. Toplam 5 kişilik bir grubumuz vardı. Hazırlandık ve biraz daha bal yiyip havalandık. İlk uçuşumuz olduğu için her ne kadar evde yaptığımız kanat alıştırmalarına rağmen yalpaladık. Diğer arıların durumları farksızdı. Ama güçlü kanatlarımız kısa süre sonra uçmaya hazırdı. Ve zorlu yolculuk başlamıştı.
Yolda daha önce hiç görmediğimiz şeyler görüyorduk. Rengârenk çiçekler tabi polenleri toplanmış veya kurumuş oluyorlardı, yeşillik ve bir sürü böcek. Arada sırada porsuk veya tavşan gibi hayvanlar görüyorduk. Ama içgüdüm bana bunlarla oyalanmamamı ve poleni toplanmamış ve solmamış çiçeklere odaklanmamı söylüyordu. Aynı zamanda ağaçlar da görüyorduk ama hiçbirinde kovan yoktu. Onun dışında sadece güneş, ufuk çizgisi ve bizi ıslatmayı bekleyen bulutlardan başka bir şey yoktu. Geri kalan 20 dakika da böyle geçecekti.
Çiçeğe yakınlaştığımızda kokuyu aldık, tatlı polen kokusunu. Hepimizin yüzünde zafer duygusu vardı. Ben de onlara katıldım ve birlikte polenlere hücum ettik. Karşımızda 5 tane lale duruyordu. Her arı bir tanesine konacaktı. Ben ortadaki laleye kondum. Nasıl yapılacağını biliyordum ama hiç denememiş ve görmemiştim. Acemice arka bacaklarımı bitkinin ortasındaki tomurcuğa koydum ve çektim. Tüylerim sayesinde sarı polenler arka bacağıma yapışmıştı. Bu işlemi sürdürmeye devam ettim ta ki bacaklarım sapsarı olana kadar. İçgüdüm diğer bacaklara geçmemi söyledi, ben de öyle yaptım. 3 dakika sonra yola çıkmaya hazırdık. Sonra bazı polenlerin yolda düşeceği aklıma geldi. Daha sonra öğretiyi hatırladım: ”Arıların bir görevi de çiçeklerin yayılmasını sağlamaktır.”
Bu zaten görevimizin bir parçasıydı. Bitkiler ve çiçekler bizim sayemizde yayılıyordu. Bu bir anlaşma gibiydi. Ağırlığım arttığından ilk başta uçmakta zorlandım ve diğer arıların aynı durumu yaşadığını gördüm. Ancak kanatlarımız kısa süre içinde uyum sağladı. Zaman işinde iyiydik. Hâlen 32 dakikamız vardı. Bunun sayesinde rahattık ama yine de hızlı olursak daha iyiydi. Yolculuğun 5. dakikasında bizi kötü bir sürpriz bekliyordu. Yağmur kokusu almaya başladık. Ve hava rüzgârlı olmaya başladı. Aniden yıldırım düştü daha sonra güçlü bir ses geldi ve yağmur başladı. Panik içindeydik. 2 arkadaşım kovanın yönüne doğru ilerlememiz gerektiğini söylerken ben ve 2 arkadaşım yağmur dinene kadar otların arasında saklanmamız gerektiğini söylüyorduk.
Ama hiçbirimizin önerisi gerçek olmadı çünkü güçlü bir hava akımına takıldık. Birbirimizi göremiyorduk, bir anda sis basmıştı. O anda aklıma hepimize anlatılan bir efsane geldi: “Kraliçe Pompus Arısı Efsanesi” Sulu kar yağan ve oldukça rüzgârlı bir günde yuvasına ulaşan bir kraliçe pompus arısını anlatıyordu. Bu efsane 4. günümüzde anlatılmıştı. Ve genelde bütün arılar bu efsaneye inanıp umut bulurlardı. Tabi biz 10 günlük bir bal arısı olduğumuzdan kraliçe pompus ile aynı performansı gösteremedik. Sanırım arkadaşlarımla hiç tanışamadan ayrılmıştım. Gerçi arılarda iletişim kurduğunuz herkesi tanıyabiliyorsunuz ya da kovanınızdan birini kokusuyla tanıyabiliyordunuz. Ne kadar oldu bilmiyorum ama gözlerimi bir otun üstünde açtım. En son gözümü çizen yağmur damlaları arasında sürükleniyordum. Akımın çok uzun olduğunu tahmin ettim. Ama güneş açmıştı. Şu an bana umut veren tek şey havadaki gökkuşağıydı. Yorgundum, ıslaktım ve kaybolmuştum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bu sefer içgüdüm de yardımcı olamıyordu. Biraz daha dinlenmeye karar verdim.
Tam gözümü kapayacakken bir sarsıntı duydum ve aşağıya baktım. Aşağıda birkaç avcı karınca vardı. Biraz uzaktan beni inceleyip gittiler. O an aklıma avcı karıncalar hakkında öğrendiklerimiz geldi: “Avcı karıncaların sayısı azsa yerinizi akıllarında tutup bolca karıncayla geri gelirler ve sonra sizi avlarlar” demişti öğretici arımız. Bu yüzden uçmayı denedim ama yeteri kadar enerjim yoktu. Efsane aklıma gelince yürümeyi akıl ettim. Bacaklarımdaki polenlerden eser yoktu buna üzüldüm ama en azından yeni çiçekler oluşacaktı. Ottan yuvarlanarak indim toprak nemli ve yapış yapıştı. Yavaş yavaş karıncaların gittiği yönün tersine doğru gitmeye başladım. Birkaç dakika yürüdükten sonra yoruldum zaten yorgundum ve biraz dinlenmeye karar verdim. Yere kıvrıldım. Biraz dinlendikten sonra sesler duydum, arkama baktığımda 30 tane avcı karınca gördüm. Hemen ayağa kalkıp koşmaya başladım ancak karıncalar koşma işimde benden daha iyiydiler. O sırada karıncalardan haberi olmayan ve beni avlamak isteyen bir peygamberdevesi karşıma çıktı. Peygamberdevesi daha tepki veremeden karıncalar daha büyük av buldukları için beni bırakıp peygamberdevesine saldırdılar. Peygamberdevesi mücadele ediyordu ama nafile. Birkaç dakika sonra işi biterdi.
Sonra uçmayı denedim sonuçta biraz kurumuştum. İşe yaramıştı, uçmayı başarmıştım. Ama yiyecek bulmam gerekiyordu. Biraz etrafa göz gezdirdikten sonra ileride bir sümbül gördüm. Hemen ona doğru uçtum ama fırtına bütün polenleri götürmüştü. O sırada yapraklarda siyah küçük böcekler gördüm. Bunların yenilebilir olduğunu öğrenmiştik. Bunlar yaprak bitleriydi hemen atıştırmaya başladım. Tadı bal gibiydi ama çıtırdı. 5-6 tane yaprak biti yedikten sonra havalandım ve bir yerlere gitmenin durmaktan daha iyi olacağını düşündüm. Yavaş yavaş zamana hesaplamaya başladım. Yaklaşık bir iki gün fırtınada sürüklenmiştim. Evi bulmak artık imkânsızdı bu yüzden bir yöne doğru rastgele ilerlemeye başladım. Akşam olana kadar ilerledim.
Yorulmuştum ama ileride bir ışık gördüm hatta birden fazla ışık. İleride üstünde üçgen şapkası olan 5 tane kare vardı. Hepsinin ışıldayan ve içerisinin göründüğü iki tane göze benzer bir şey vardı. Son olarak tahtadan bir dikdörtgen vardı. Hepsi yaklaşık böyleydi. 5. günümde insanı öğrenmiştik. Genelde bizi sevmiyor veya korkuyorlardı ve bizim balımızı çalıyorlardı ancak nadir de olsa bazıları gerçekten bizi seviyordu. Ama bize insandan uzak durulması gerektiğini söylemişlerdi. Aynı zamanda şimdi benim gördüğüm gibi bu yere yapışık kare barınaklarda kendi “ev”lerinde yaşıyorlardı. Her ne kadar bana öğretilenler oradan uzak durmamı söylese de içgüdüm oraya gitmemi söylüyordu. Ben içgüdüme güveniyordum. O yüzden barınakların olduğu yere gittim. Bütün insan evleri yan yana diziliydi. Ben ışığın geldiği yerden girmeye çalıştım. Ama bir şeye çarptım, saydamdı. Onu göremiyordum ama öyle bir şey vardı. Ben de tek giriş yolunun tahta kısım olduğunu düşündüm.
Biraz bekledikten sonra tahta kısım açıldı ve içinden uzun saçlı uzun boylu bir insan çıktı. Bize uzun saçlı olanlar kız, kısa saçlı olanlar erkek diye öğretmişlerdi. O yüzden bu bir kız diye düşündüm. Elindeki kötü kokulu poşeti dışarıdaki yeşil kutunun içine attı. Ben de fırsat bilip açık tahtaya doğru ilerledim. Sanırım beni gördü ve anlayamadığım bir şey söyleyip eliyle bana doğru vurmaya çalıştı. Tabii ki ben ondan daha atiktim. Hızlıca içeri girdim. İçerisi sıcaktı aynı kovan gibi. İçerisi ne işe yaradığını bilmediğim eşyalarla doluydu. İçeride iki tane erkek; biri uzun, biri kısa bir tane de kısa kız daha vardı. Ben mermer bir zemine kondum biraz soğuktu ama dışarıdan iyiydi. Sağımda 7. günde öğrendiğimiz insan yiyecekleri vardı. Karnım çok açtı. Adını unuttuğum büyük ve açık kahverengi gibi bir rengi olan yiyecekten bir ısırık aldım. Tadı acıydı. Gerçi bunu öğrenmiştik, bal bize göre normaldi. Yani insan yiyecekleri bize göre genelde acıydı. Bir ısırık almama rağmen bayağı bir doymuştum. 2 ısırık doymama yeterli olmuştu. Plastikten yarı saydam bir kabın içine girdim ve kıvrılıp uyudum.
Sabah uyandığımda doğruldum ve kanatlarımı çırpıştırdım. Üstüme baktığımda mor bir plastik ile kapatıldığını gördüm. O an keşke öğretileri dinleseydim diye düşündüm. Beni hapsetmişlerdi.Yarı saydam bir plastik kaptaydım ve beni izleyenler olduğunu gördüm. Kısa olan erkekle kız beni izliyorlardı. Erkek olan kabı eline alıp salladı. Bunu beklemiyordum, o yüzden bir köşeye sertçe çarptım. Canım yanmıştı. Öğretileri dinlemediğim için kendime kızdım. Sonra erkek olan gitti. Kız olan bana bakıyordu. Sonra kapağı açtı. Artık özgürdüm. Sonuçta insanların hepsi kötü olmuyor. Kıza minnetle baktıktan sonra açık olan tahtadan ayrıldım.
Sonra yolculuğa çıktım. İnsan evlerinden uzaklaştıkça bir ağaç gördüm. Orada bir kovan vardı. Oraya uçtum, beni incelediler; 15 günlük, iyi eğitimli ve sağlıklı. Sonra kovana katılmama izin verdiler. Yeni bir ev iyiydi. Kovanın kraliçesi iyi bir arıydı. Beni bir gruba aldı ve 2 ay boyunca kovana çalıştım. Şubat’ta 13 gün Mart’ta 31 gün Nisan’da 14 gün çalıştım. Nisan’ın 14. günü de sıradan olacak sanıyorum. Artık yaşlı sayılabilirdim. Her konuda tecrübem vardı. İyi hizmet vermiştim 14. günün akşamı polen toplamadan döndükten sonra polenleri bal yapar arılara verdim ve kovanın girişinden dışarı baktım.
O sırada burnuma eski bir koku geldi, eski evimin arısının kokusu. Ufukta 3 tane arı gözüktü. Kovana geldiler. İçeri gelip kraliçe arıya beni göstererek: “Bu arı bizim kovanın arısıdır. Sizin izniniz ve arının onayı ile onu kendi evine götürmeye geldik.” dediler. Kraliçe arı ise: ”Kovana iyi hizmet vermiştir, seçimi kendisine bırakıyorum.” dedi. Sevinçten havalara uçmuştum.Hemen kabul ettim. Veda edip elçilerin peşine takıldım.Bir gün süren yolculuk sonunda eski kovanıma geri gelmiştim. Kraliçe arıya rapor verildi. Ben de deneyimimi yenilere aktarmayı görev edindim. İşte bu arının tecrübesi buydu. Devamında ne oldu diyorsanız hadi devam edelim: Yeniler ilk uçuşlarından geldiler, sonra yağmur bastırdı. Yağmuru izledim. Akşam oldu. Uyuyup uyandıktan sonra aslında sabah kendim uyanmadım, beni uyandırdılar. Bizim ağaçta elma olduğu için yaban arıları bize saldırıyorlardı. Bizim ağaç erken çiçek açtığı için meyveyi ilkbaharda verdi. Uzakta bizden çok daha büyük arıları gördük. Hızla meyveleri yediler ve kovana saldırdılar. Biz savunmaya geçtik. Ben artık yaşlandığımı ve sonumun yaklaştığını biliyordum. Yaşımdan dolayı ölmek yerine bari kovanım için öleyim diye düşündüm. Havalandım ve bir tane yaban arısının kafasına iğnemi sapladım. Yaban arısı acıyla bağırarak düştü. Benim bazı iç organlarım iğne ile beraber gitmişti. Bir yerde durup sonumu beklemek istiyordum. Son kez havalanıp bir otun üstüne kondum. Biraz bekledim ve “Görüşürüz Dünya” dedim. Kıvrıldım ve son kez gözlerimi kapadım.