Yetimhanedeki ilk görev yılımdı. Büyüdüğüm yetimhanede göreve başlamanın ve benim gibi kimsesiz çocukların yüreğine dokunmanın heyecanı içindeydim. Yetimhanenin soğuk duvarları arasında her çocuğun bir hikayesi vardı. Ama içlerinden biri hepimizin yüreğine dokunan umudu ile bambaşkaydı. Henüz bir aydır yetimhanede bulunan, bir bacağı olmayan, açık tenli, sarı saçlı, yemyeşil gözleri olan şirin mi şirin, kırmızı tokalı kız çocuğu hemen dikkatimi çekti. Bu kız çocuğunun adı Melek’ti. Ailesinden herkesi bir trafik kazasında kaybetmişti.
Zayıf bedeni, derin ve suskun gözleri ile ilk gördüğümde onun ne kadar hassas bir yüreğe sahip olduğunu anlamam zor olmadı. Geldiği günden beri hiç kimse ile konuşmuyor, sürekli bir köşede tek başına oturuyordu. Sonbahar yağmurları yavaş yavaş yağarken çocuklara, “Hadi hayallerinizi çizin,” demiştim. Çeşit çeşit boyalar masaya saçılmış, herkes dünyasını kağıda dökmeye başlamıştı. Gözüm Melek’in kağıdına ilişti bir ara. Bir ev çizmişti… Ama sıradan bir ev değildi bu. Büyük bir bahçesi, açık bir kapısı ve pencerelerinden taşan sıcacık ışıkları olan bir evdi.
“Burası neresi Melek?” diye sordum. Başını kaldırdı. O boncuk bakışları ne çok şey anlatıyordu oysa. “Burası benim hayalimdeki ev. Annemle birlikte yaşadığım yer.” Melek eski günlerini, özellikle annesini çok özlüyordu. Bundan dolayı sürekli bir köşede resim yapmayı tercih ediyordu. Bu onun için bir rahatlama aracıydı. Neden arkadaşları ile oynamadığım sordum bir gün. Bir bacağı olmadığı için bazı arkadaşlarının dalga geçtiğini yine de buna sinirlenmediğini ama tokasını almaya kalkıştıklarında öfkelenip kavga etmeye başladığını söyledi…
“Bu toka senin için neden bu kadar önemli Melek? Kırmızı tokayı parmaklarının arasına aldı, bir süre sessizce baktı. “Bu toka bana annemden kalan tek hatıra. Onu ölsem de kimseye vermem. Bu toka annemin bana aldığı son armağan. Annem saçımı hep bu tokayla toplardı. Bazen beni öper, sen benim meleğimsin, derdi” diye ağlamaya başladı. O ağladıkça benim de içim parça parça olmuştu. Kafasını omzuma yasladı ve dakikalarca ağlamayı sürdürdü. Bir an anlattıkları gözümün önünden geçti. Melek’in de benim gibi olduğunu anımsadım. Kaderini değiştirmek için onu asla bırakmayacaktım. Büyüyene kadar eğitimiyle ben ilgilenecektim.
Onunla her gün sohbet ediyor, kitaplar okuyor ve resim çiziyorduk. Artık arkadaşları ile de vakit geçiriyor, onların oynadıkları oyunlara dahil oluyordu. Bir gün yanıma geldi. O yemyeşil gözleri ışıl ışıldı. Elinde kendi yaptığı kağıttan kalpli bir kutu vardı. “Bu, senin için. İçine bak.” dedi. O narin kutuyu özenle açtım. İçinde kırmızı toka vardı. O an göz göze geldik. Hıçkırarak ona sarıldım. Annesinden ona kalan tek hatırayı bana armağan ediyordu. Yetimhanenin gri duvarları bir anda sevgiyle, umutla ve iyilikle dolup taştı. Yüreklerde yer almak ne güzeldi. Kırmızı tokayı elime aldım. Uzun, siyah saçlarıma taktım. “Yakıştı mı?” dedim. “ Çok yakıştı canım öğretmenim” dedi Melek.