Bu sabah erken uyandım. Kalktım ve pencereyi açtım. Gökyüzü pırıl pırıldı. Güneş sanki bana göz kırpıyordu.
Mutfaktan nefis kokular geliyordu. Gelen koku annemin kreplerinin kokusuydu. Koşarak mutfağa gittim. Annem ve babam kahvaltıyı hazırlamış beni bekliyorlardı. Ailece harika bir kahvaltı yaptık. Birlikte kahvaltı yapmanın tadı paha biçilemezdi.
Kahvaltıdan sonra babam sahilde yürüyüş yapmayı önerdi. Ama önce bahçeye ektiğimiz çiçekleri sulamamız gerekiyordu. Artık bahar gelmişti ve benim güzel çiçeklerim rengarenk açmıştı. Sümbül, zambak, menekşe, lale… Hepsine bir isim koymuştum. Onları tek tek su ve sevgimle beslemiştim.
Bahçede sesimizi duyan köpeğim yanımıza koştu ve üzerime atladı. Köpeğimin adı Yaramaz. O, çok sevgi doludur ve çok oyunbazdır.
Bahçe görevlerimiz bittiğine göre artık yürüyüş zamanıydı… Ben köpeğim ile koştururken annem ile babam bize yetişmeye çalışıyorlardı. Baharın ılık rüzgarı adeta yüzümüzü okşuyordu. Denizin müziğine martılar şarkıları ile eşlik ediyorlardı.
Biz Yaramaz ile koştururken bizim heyecanımıza annem ve babam da katıldı ve tatlı bir yarışa dönüştü aramızdaki koşturma. Çok eğleniyorduk, çok…
Adeta birinciliğimizi ilan edercesine Yaramaz ve ben sahile ulaşmıştık. Ben annemle babam nerede diye arkama bakarken Yaramaz birden ortadan kaybolmuştu. Seslendim seslendim ama bana cevap veren o tatlı havlamasını duyamadım. Çok telaşlanmıştım. Hemen annemle babamın yanına koşup onlara haber verdim. Üç koldan Yaramaz’ ı aramaya başladık. Ah Yaramaz, ah… Neredesin? Tam yarım saat Yaramaz’ ı aradıktan sonra bir kayanın arkasında sallanan pofidik kuyruğunu görmüştüm.
Hemen yanına koştum. Çok telaşlı görünüyordu. Yanına vardığımda telaşının sebebini anladım. Bir deniz kaplumbağası bulmuştu. Üstelik bacağı da yaralıydı. Onu böyle yaralı görünce ne kadar üzülmüştüm anlatamam. Çektiği acıyı yüreğimde hissetmiştim.
Babam bana daha önce deniz kaplumbağalarının türünün tükenmekte olduğunu ve korumaya alındığını anlatmıştı. Ya ona da bir şey olursa diye telaşım ve üzüntüm katlanmıştı.
Bu deniz kaplumbağaları çok tatlı hayvanlar. Yumurtalarını gece açtıkları çukurlara gömerlermiş. Yavrular iki aylık kuluçka döneminden sonra bir gece vakti yumurtadan çıkarak denize giderlermiş. Bu arada kaplumbağaların soyunun tükenmesi kumsalların işgali, avlanma ve ışık kirliliğinden kaynaklanırmış. Ah biz insanlar ne kadar da acımasız olabiliyoruz böyle… Keşke yasak avlanma yapmayıp sahillerimize daha az otel yapabilmiş olsaydık.
Yumurtadan çıkan yavrular ışığı takip ederek karaya gelirmiş. Yapay ışık kaynakları erginlerin yumurtlamasına engel teşkil ederken yavruların da yanlış yöne gitmelerine sebep olurmuş. Yanlış yöne gitmelerinin sonucunda denize ulaşamayan yavruların kuruyarak ya da avcılara yakalanarak ölme riski artarmış. Yavrular yumurtadan gece çıkar ve denize ulaşmaya çalışırmış. Bunun için de denizin sesini ve ay ışığının gece denizde yansımasını kullanırlarmış.
Yaramaz, küçük deniz kaplumbağasını bulduğunda babamın anlattıklarını hatırladım. Onu dikkatli bir şekilde elime alıp annemle babamın yanına koştum. Babam yaralı bacağını inceledi. Yarasının ciddi olabileceğini söyledi. Çünkü deniz kaplumbağalarının bacakları yüzmeye yarayacak şekilde kürek biçimindedir. Acaba yüzmesine engel olur muydu bacağındaki yara? Hemen tedavi edilmesi gerekiyordu.
Babamın arkadaşı veteriner, Yaramaz ile de o ilgileniyor. Hemen onu aradık ve zaman kaybetmeden yola çıktık. Veterinere giderken yol uzadıkça uzuyordu. Kaplumbağanın canı acıdıkça benim de kalbim sızlıyordu. Hepimiz çok üzülmüştük.
Nihayet veterinere gelmiştik. Yaramaz önden koşup tedavinin yapılacağı odaya varmıştı bile. Patileriyle kapıya vuruyordu. Veteriner amca kapıyı açtı ve bizi içeriye aldı. Önce Yaramaz için geldiğimizi düşündü tabi.
Getirdiğimiz deniz kaplumbağasını nasıl bulduğumuzu anlattık ona. Kaplumbağayı alıp uygun bir yere bıraktı ve yarasını incelemeye başladı. Durumunun ciddi olduğunu söyledi. Balık ağına dolanması sonucu bacağına olta iğneleri battığı için yaralanmış ve bu yüzden de küçük bir operasyon geçirmesi gerekiyormuş. Tedavisi birkaç gün sürebilirmiş. Beklemek benim için zor olacaktı.
Kaplumbağayı burada bırakıp evimize dönmemiz gerekiyordu. Sabretmek zor olacaktı ama inanıyordum o iyileşecekti.
Hafta sonu bitmişti ve artık okula dönmüştüm. Aklım hep o küçük deniz kaplumbağasındaydı. Of, günler ne de yavaş ilerliyordu…!
Öğretmenim, dersteki durgun halimden anlamış olacak ki dört gündür neden bu kadar üzgün göründüğümü sordu. Ona hafta sonu yaşadıklarımızı anlattım. Benimle gurur duyduğunu söyledi. Sonra da bize bu tatlı deniz canlıları için bizlerin neler yapabileceğimizi anlattı.
Plastiği düzgün bir şekilde dönüştürüp bertaraf edersek, plastiği kumsallardan ve denizden toplayarak gereksiz plastik kullanımından kaçınarak, plastik çöplerin denize atışını durdurarak deniz kaplumbağalarının hayatını kurtarabilirmişiz.
Yumurtlama sezonu geldiğinde kumsala giriş kısıtlanabilir ya da o bölge halkı ışıklandırma ve kumsaldaki şezlong ve şemsiye kullanımı bakımından daha duyarlı olabilirdi. Bunlar da benim araştırıp arkadaşlarımla paylaştığım bilgilerdi.
Son dersin çıkış zili çalmıştı. Dışarı çıktığımda annem, babam ve Yaramaz’ ı beni beklerken buldum. Babam arabamızın içinde beni bir sürprizin beklediğini söyledi. Arabaya koşarak gittim, hızlıca kapıyı açtım ve sevinçten kocaman bir çığlık attım. Ah canım Tospik, sen iyileşmiştin…
Bir canlının hayatını kurtarmak ne de güzel bir duyguymuş. Artık onu ait olduğu yere kavuşturmanın vakti gelmişti. Nasıl heyecanlanmıştık anlatamam.
Nihayet sahile gelmiştik. Tospik’ i altın sarısı kumsalın üzerine bıraktık. Akdeniz masmavi kollarını açmış onu bekliyordu. Küçük deniz kaplumbağası denizin onu çağıran esintisine doğru yürüdü ve bir süre sonra gözden kayboldu. Sonunda kavuşmuşlardı…