Hangi renkti? Neye bakıyordu, niye bakıyordu? Şaşkın mıydı yoksa ürkek mi? Mutluluk muydu damlayan yoksa damlaların ardında gizemler mi saklanıyordu?
Uyumamıştı.
Pencerenin ardındaki yüz, sabahın ilk ışıklarına karışıyordu. Gökyüzü mavi bir grilikle örtülüyken, bakışları ufka dalmıştı. Rüzgar, ince perdesini savururken yüzündeki çizgiler anlatamadığı bir hikayeyi barındırıyordu.
Gözleri, hem geçmişi hem geleceği arıyordu sanki. Yaşadığı onca şeyin izlerini saklayan o bakışlarda, bir çocukluk anısının izi mi vardı, yoksa yıllar sonra gerçekleşmesini umduğu bir hayalin düşü mü? Kimse anlayamazdı…
Bir şey oldu sonra. Ufukta, kuşların kanat çırpışları belirdi. Gözleri bir an için parladı. Derin bir nefes aldı, sanki o anın kendisine ait olduğunu anladı. Gülümsemesi, içindeki tüm ağırlıkları dağıtacak kadar huzurluydu.
Bir çocuk sesi yankılandı uzaktan. Tanıdıktı, çocukluğundaki kendi sesiydi. İçten, neşeli, cesur, kararlı… Sandıklara bastırdığı hatıralar canlandı hatırında, o sesi duyan bakışlar canlandı birden. O an fark etti ki, beklemek bir hikayenin sonu değil, başlangıcıydı.
Elinde tuttuğu fincanı pencerenin kenarına bıraktı. İçinde bir yerlerde, yıllardır bastırdığı o cesaretin uyanışını hissetti. Koşar adımlarla dışarı çıktı, güneş şimdi yüzünü ve kalbini ısıtıyordu.
İçindeki çocuğun kahkahası ve rüzgarın yanağını okşayan esintisi ve o mest edici koku… Hayat tam da böyleydi. İçinde ne kadar soru varsa, cevabı o anlarda gizliydi. Ve o yüz, şimdi sadece gülüyordu. İçindeki karanlık, yerini ışığa bırakmıştı. Çünkü mutluluk, beklenmedik anlarda gizliydi; güneşin bulutların arasından usulca süzülmesi gibi.