“Her yaşantısı bir iz bırakır bu hayatta, her şeyin bir öyküsü vardır doğumundan itibaren. Sadece farkında değildik bunun.”
Oturduk, yana yana. Kaçak çayımız geldi, tam kıvamında. Yudumladık. İlk içişimizde içimizi ısıttı. Yüreğimiz bir oldu. Masalsı bu konumdaydık. Şehrin ışıkları binaları kapatmıştı. Işık dansı oturduğumuz yerden net görünüyordu. Tepeden şehre bakıyorduk Kale Parkı Çayevi’nden. Döndü bana:
-Ne düşüyorsun?
-Hiç, dedim. Aslında hiç değildi. Çoktan uzaklaşmıştım şehrimin ışıklarından. Çocukluğumun şehri bambaşka bir çehreye bürünmüştü. Hatırladığım şehir bu değildi. Gelişmişti. Kalabalıklaşmıştı. Benden gitmişti. Yaşayan başka bir organizmaya dönüşmüştü. Çocukluğumun izlerini silmişlerdi. Koca binalar gelmişti yerine. Buna gelişmişlik demişlerdi ama bende ise şehrimin kalbimden gidişi olmuştu.
-Hiç mi? Bence değil.
-Bazen hiç demek çok şey demek. Anlıyorsun değil mi?
-Evet, seni bilmez miyim? Bilirsin dostum. Okul yıllarımızda beni anlayan ender insanlardan biriydin. Sessizce anlaştığım dostumdu.
-Eskisi gibi değil, şehir büyüdü.
-Şehrin hikâyesi de değişti.
-Ne demek bu?
-Bizim şehrimiz değil artık. Şehrin hikâyesi şehri büyütenlere geçti. Artık bizim değil ya da benim değil.
-Sen yoktun burada. O yüzden mi bu kadar yabancılaştırıyorsun kendini?
-Hayır, o yüzden değil. Şehirler kendi tarihleriyle varlar. Kendini değiştirenlerle yön değiştirirler. Eski yapılar giderken betonlaşan ve kendini yeni diye tanıtırken şehir kendini de değiştirdi. Eskiden eser yok.
-Bak ben de inşaat mühendisiyim. Çoğu benim emeğim var bu yapılardan.
-Ben de bunu söylüyorum işte. Eskiden ne kaldı ki geriye? Eski gitti. Hikâyesi yok artık. Tarih kokan binaları yok. Tarih kokan sokakları yok. Tarih kokan çimenleri yok. Caddeler ve sokaklar hepsi beton. Binalar hepsi beton. Eski taş yapılardan hiçbir şey yok. Eski tarihi yapılardan hiçbir şey yok. Artık başkalarına anlatılacak eski bir hikâyeleri yok.
Durduk, yüzüme baktı. Bir şey demedi.
-Her insanın bir hikâyesi olduğu gibi her şehrin, her ülkenin hikâyesi var ama artık hikâyede neyi kullanacaksın ki? Bir şey kalmamış anlatılacak.
-Yeni bir hikâye yaratsak, olmaz mı?
-Hikâyeler doğduğumuz anda başlar. Bu şehirler ne zaman doğdu? Şimdi mi?
Kendi ayağımıza sıktığımızın farkında bile değildik. Günlük olayların akışında kendimizi kaybetmiştik. Kökenimizden geleceğimize uzanan her şeyi silmiştik. Anlık tepkilerimizle hayatımıza tutunmaya başladık. Anlık kararlara bıraktık kendimizi. O yüzden bir enkaz bırakacağız yarınlara.
Ayrıldık Kale Parkı Çayevi’nde. Kaçak çayımız soğumuştu, şehrim gibi. Kendimden hiçbir iz bulamadım sokaklarında, binalarında. Hepsi gitmişti, ben de gitmeliyim artık.