Bu sabah erken kalktım ve doğruca lavaboya gittim. Elimi yüzümü bir güzel yıkadım, odama geri döndüm. Saat sabahın 6’sıydı. Herkes uyuyordu, biri hariç … Tabi ki Pamuk . Kimseyi rahatsız etmeden aşağıya inip sessizce Pamuk’u aldım. Tam odama çıkıyordum ki bir ses duydum. Ama umursamadan odama gittim, uyumaya çalıştım. Uyandığımda burnuma nefis kokular geliyordu. Hemen mutfağa doğru yöneldim. Ve ne göreyim: nefis kızarmış ekmekler, taze taze sebzeler… Ekmeği elime aldım tam ısıracakken annem elimden ekmeği aldı ve ”Sakın yeme piknikte hep beraber yiyeceğiz.”dedi. Doğru ya, bugün ailecek pikniğe gidecektik. Nasıl da unutmuşum. Hemen odama gidip üstümü giyindim. İşte hazırım.
Hepimiz hazırdık tam dışarı çıkacaktık ki, o da ne ? Tüm renkler kaybolmuştu. Çok korkmuştum. Etrafıma baktım, herkes çaresizce oturmuş etrafına bakıyordu. Arkamı döndüğümde evimizin de renkleri yavaş yavaş yok oluyordu. Artık siyah beyaz, gri bir dünyamız vardı .
Ama ama bu neden oluyordu, neden? Bu olanların sebebi neydi? Bu yaşananlar biz insanlara bir ders miydi ? Bir türlü aklım almıyordu: Bu kadar güzel bir gün neden bu kadar kötü bir güne dönüşüyordu? O an aklıma bir şey geldi. Bu sabahın erken saatlerinde duyduğum ses renklerin kaybolmasına neden olmuş olabilir miydi? Bu sesi araştırmalıydım. Hemen odama gittim. İnternette hiçbir şey bulamadım. Bu yüzden kitaplarıma bakmaya karar verdim. Tam umudu kesecekken kütüphaneye gitmek aklıma geldi. Hemen çantama defter ve kalem koyup yola koyuldum. Her şeyi araştırdım. Yok, yok, yok… Ama yılmadım. Tüm kitaplara baktım. Artık umudum giderek tükeniyordu. Yaşam sanırım böyle devam edecekti. Herkes bunu kabullenmişti. Sanırım benim de kabullenmem lazımdı.
Bir kaç gün sonra tekrar kendimi topladım. Etrafıma bakınca rengi gitmiş bir dünyanın ne kadar sıkıcı olduğunu düşünüyordum. Ağaçların yeşili, gökyüzünün ve denizin mavisi, güneşin sarısı, gülün kırmızısı… Hepsi gitmişti, Her şey soluk ve griydi… Renklerle beraber canlılık da neşe de gitmişti. Sokakta herkesin yüzünden düşen bin parçaydı. Herkes, her şey birbirine benziyordu. Pamuk yanıma geldi ve miyavlamaya başladı. Sanki bir şey bulmuştu. Onu takip ettim. Beni bir parka götürdü ve oturdu. Parktaki o sessizlik bana düşünmem için çok zaman verdi. Kalktım Pamuk’u kucağıma aldım ve eve gittim. Odamda hiç bakmadığım bir kitap vardı. Hemen açtım ve okumaya başladım. Ancak sadece bir cümle yazıyordu:
” BIRAKIN RENKLERİ BÜTÜN ÇOCUKLARA”
Peki ya bu ne demekti? Her şey sanki şifreliydi. Ben bu cümleyi nereden hatırlıyorum? Tabi ya! Barış abinin “ Günaydın Çocuklar” şarkısı. İşte o an yapabildiğim en iyi şeyi yaptım. Barış Manço’nun çok sevdiğim o şarkısını açıp dinledim. Bir anda şarkıyı yüksek sesle söylemeye başladım:
Hey (hey) günaydın çocuklar (günaydın)
Hep güler yüzle karşılarsınız beni
Hey hey (hey hey) günaydın çocuklar (günaydın)
Sabah akşam bıkmadan dinlersiniz beni
Dün gece düşündüm de renkler olmasaydı
Yaşanmazdı bu dünyada
Korktuğum odur ki kapkara bir dünyayı
İsteyenler var aramızda
Neler oluyordu böyle? Yatağımın rengi eski haline dönmeye başladı. Sonra masam, sandalyem, oyuncaklarım, kitaplarım, kıyafetlerim, odamın duvarı… Her şey rengini buluyordu. Bunu görünce çok mutlu oldum. Ama bunu kimseye söylememeliydim. İçim içime sığmıyordu. Hemen yattım. Sabah kalkınca tüm çocukları topladım. Barış abiden bir şarkı söylememiz için ikna ettim onları. El ele tutuşup dostluğun, arkadaşlığın, sevginin şarkısını söyledik. Şarkıya başlar başlamaz renkler yerine geldi . O an herkes mutluluktan ağladı. Bu nasıl oldu bilmiyorum ama sonuçta renkler yerine geldi. Dünya renkleriyle çok daha güzeldi.