İlkokul üçüncü sınıftaydım. Çıkış zilinin çalmasıyla okulumun bahçesinden koşarak çıktım. İçim içime sığmıyordu… Çünkü o park beni bekliyordu. Salıncağın kırmızısıyla turuncusu, kaydırağın gökyüzü şelalesini andıran renkleri ve tahterevallinin yeşili şimdiden gözümde canlanmıştı. Yol boyunca sıralanan yaşlı çınarlar minik misafirlerine gölge oluyordu. Bu çocuk parkı rengarenk hayallerin gerçeğe dönüştüğü bir masal diyarını hatırlatıyordu.
Parkın kapısına vardığımda, içeri girerken kuru yapraklar ayaklarımın altında hışırdayarak ezildi. Gökyüzü hafif, gri bulutlarla kaplıydı. Sonbaharın renk cümbüşü gözleri kamaştırıyordu. Sarı, turuncu, kahverengi yapraklar etrafı süslüyor, hafif esen, tatlı rüzgar yaprakları savuruyordu. En sevdiğim oyuncak olan kaydırağa yaklaşırken içimde tarifsiz bir sevinç vardı.
“Kayacağım ve o kuru yaprakların arasında kaybolacağım! Top havuzundan farkı yok,” diye düşünerek ilk adımı attım. Dört-beş defa kaydım, her seferinde yaprakların hışırtısıyla mutlu oluyordum.
Ama birden bire, gökyüzünden damlalar düşmeye başladı. Yağmur yağıyordu! Şemsiyemi her zamanki gibi evde unutmuştum.
“Of ya, yine mi unuttun!” dedim kendi kendime. Ama aslında ıslanmanın o kadar da kötü olmadığını biliyordum. O mis gibi toprak kokusu her şeye değerdi. O koku, toprağın, ağaçların, sonbaharın kokusuydu. Sonra su birikintilerinin üstünde zıplaya zıplaya evin yolunu tuttum.
Eve vardığımda, kapının önünde biraz beklemek zorunda kaldım… Sırılsıklam olmuştum… Annem kapıyı açınca içeri girdim. Bu halimi gören annem beni önce bir güzel azarladı:
“ Ah yavrum, yine mi şemsiyeni unuttun sen!” dedi kaşlarını çatarak.m Ama gözlerinde merhamet ve sevgi de vardı.
“Unutmadım aslında,” dedim,“Hava güzeldi sabah!” diye ekledim, çılgın bir savunma yapmak için.
Annem içeriden en kalın kırmızı kazağımı getirdi, üstümü değiştirirken şefkatle şunları söyledi:
“Bir gün yağmurda hasta olacaksın ve ben çok üzüleceğim.” Sonra bana sarıldı. Üşümüş ellerim annemin sıcacık avuçları ve tebessümü ile ısınmaya başladı.
Sonra kanepeye oturdum. Yağmurun sesini dinledim bir müddet. Camlara tık tık diye çarparken içim huzurla dolmuştu.. Yağmur huzur, şükür demekti. Annemin mutfaktan gelen sesi ile kendime geldim:
“Hadi bakalım, çorba az sonra hazır olacak. Sen şimdilik derslerine başla!”
Ödevimi yapmak için masaya geçtim. Kalemimle defterime yazıları yazarken bir yandan annemin yaptığı çorbanın kokusu mutfaktan odaya yayıldı. Mis gibi nane, kekik ve anne kokuyordu. Tam defterimi kapattım ki, annem bu kez mutfaktan seslendi.“Yemek hazııııır!”
Koşarak mutfağa gittim. Masada beni dumanı üzerinde, bol limonlu bir çorba bekliyordu. Kaşığımı çorbayın içine daldırdım ve ilk yudumda içim sıcacık olmuştu. Annema sofrayı toplarken yardım ettim. Uyumadan önce birlikte ıhlamur içtik ve kitap okuduk. Annem yanağıma öpücük kondururken,
“Bugün de sonbaharın hakkını verdik, yarın hava nasıl olur bilinmez. Ama hırkanı ve şemsiyeni mutlaka yanına al ” dedi.
Şakalaşmalardan sonra, ben odama geçtim. Kırmızı yastıklı yatağıma girdim, bordo yorganımı üstüme çektim. Dışarıda yağmur devam ediyordu. Yağmurun sesi, annem, sıcacık yuvam ve kitaplarım… İşte benim mutluluk kaynaklarım. Güzel bir uykuya dalmadan önce son düşüncem şu oldu: “Yarın yine o parkta olacağım!”