Dil, iletişim aracı olmanın yanında insanın kendisini ve yaşadığı dünyayı tanıma yolculuğunda ona yol gösteren bir kılavuzdur. Toplumsal bir varlık olan insan dil becerisini okuma, dinleme, konuşma ve yazma gibi yollarla geliştirir. Günümüzden yaklaşık olarak 5500 yıl önce Sümerler tarafından icat edilen yazı medeniyetin gelişimini kökten etkilemiştir. Yazının icadı ile birlikte ortaya çıkan yazma eylemi, önemli bir dil becerisi olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan bu yazma sanatı ile asırlar boyunca sevincini, hüznünü, acılarını, öfkesini kağıda dökmüştür.
Yazmak kimine göre bir iletişim aracı, kimine göre bir ihtiyaç, kimine göre bir rahatlama aracıdır. Yazmak, akıp giden zamana meydan okumaktır bir bakıma. Yazmak, kalıcılığı sağlamaktır. Düşünsenize yazı olmasaydı kadim geçmişin izlerini nasıl bulurduk? Cemil Meriç’in dediği gibi “Ruh, yazının icadından beri ölümsüz.” Kalemin ucundan damlayan bir söz bazen “Lambada titreyen bir alev olur”. Bazen “ Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.” diye yürekleri titretir. Bazen de “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir.” diyerek asıl önemli olanın kendini keşfetmek olduğunu asırlar ötesinden haykırır. İşte yazmak, bağ kurmaktır. Köklerden beslenerek kadim tarihin birikimini geleceğe taşımaktır. Yazı tam da bu noktada zamanın yok edici etkilerine karşı bir dirençtir. Eski uygarlıklardan kalan yazıtlar, mektuplar ve günlükler sayesinde o dönemin yaşam biçimlerini öğreniriz. Böylelikle kültürel miras yazı sayesinde geleceğe taşınır.
Yazmak bir ihtiyaç hali demiştim. Yazmak bir nevi içsel bir konuşmadır. Sadece kelimeler değildir bir araya gelen. Bazen bir hayal, bazen bir özlem, bazen taşımaktan yorulduğumuz acılar yazı sayesinde dışa vurur. Bu yüzden Sait Faik Abasıyanık, “Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” diyor. Yazmak bu nedenle bir nevi terapi ve iyileşme aracı gibidir. Bu konuda Yeni Zelanda Auckland Üniversitesindeki çalışma önemlidir. Araştırmacılar 49 kişilik yaşlı bir gruba üç gün boyunca 20 dakika yaşadıkları olumsuz olayları yazmaları istenmiş. Katılımcıların kollarındaki yaraların iyileşme süreci takip edildiğinde, yaşadıkları olumsuz olayları yazanların yaralarının daha çabuk iyileştiği tespit edilmiş. (KoschWanez , H. E. ve ark. , 2013) Yazmak bu nedenle hem fizyolojik hem de psikolojik anlamda bedene iyi gelen bir eylemdir.
Yazmak, yazdıkça gelişen bir beceridir. “Temel dil becerileri içinde yazma becerisi, diğer dil becerilerine göre ağır gelişmekte ve çok sayıda alıştırma yapmayı gerekli kılmaktadır” (Demirel, 2003). Yazma becerisinin gelişmesinde etkili bir diğer husus da çok ve etkili kitap okumaktır. Okumak kelime hazinemizi zenginleştirdiği gibi hayal ve yaratıcılık dünyasının da kapılarını aralar. Böylece yazı yazarken dilimizin inceliklerini kağıda daha rahat aktarırız. Bu yüzden diyebiliriz ki bir kişi ne kadar çok okursa, kendini yazılı olarak ifade etme becerisi o kadar gelişir. İyi bir gözlemci olmak da, yazma becerisini geliştiren önemli bir unsurdur. Etrafındaki insanların davranışlarını, duygularını dikkatli bir biçimde gözlemleyen bir birey, yazılarına daha derin duygular yansıtacaktır. Güçlü bir anlatımla yazılan bir metin okuyanın zihninde daha kolay canlanır.
Yazmak fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak bizi olumlu olarak etkiliyor. Şimdi sana soruyorum ey dost! Yazabilsem deyip de şimdiye kadar kağıtla buluşmamış hayallerini, duygularını yazma vakti gelmedi mi? Her insanın anlatılmamış bir öyküsü vardır. Hadi al eline kalemi ve anlat hikayeni. Yaz ki umutlar çiçek açsın.
Kaynakça
1.DEMİREL, Ö. (2003). Türkçe Öğretimi. Ankara: Pegem A Yayıncılık
2.Koschwanez, H. E.ve Ark., “ Yaşlı Erişkinlerde İfade Edici Yazı Ve yara İyileşmesi: Randomize Kontrollü Bir Çalışma”, Psikosomatik Tıp, Cilt 75, sayı 6, s. 581-590,2013.
Ellerinize sağlık Hümeyra hocam cidden güzel bir yazı tebrik ederim
Çok teşekkür ederim Gökdeniz. Beğenmene sevindim.